İngiliz Edebiyatı ve Kültür İncelemeleri Bölümü Tezleri
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.12416/606
Browse
Browsing İngiliz Edebiyatı ve Kültür İncelemeleri Bölümü Tezleri by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 32
- Results Per Page
- Sort Options
Master Thesis The images of nature in Shakespeare's sonnets(2013) Ramadhan, EmadYazar ve kullandığı imgelem arasında sorunlar hep olagelmiştir. Shakespeare?in eserlerinde kuşlara, ağaçlara, dağlara, denize ve gökyüzüne yyapılanatıftlar incelendiğinde, yazarın evren ve evrensel düzen sorunsalına nasıl yaklaştığı görülecektir. Aslında bu imgeler, Shakespeare ve Elizabeth dönemi yazarlarının doğa anlayışını, sanat ve doğa farklılığına nasıl baktıklarını da göstermektedir. Hatta şairin yaşadığı dönemde de bu farklılık çok tartışılmış konulardan biridir. Çalışmamız, Shakespeare?in içten gelen (ya da `doğal?) diye adlandırdığı eğilimlerin gerçekte insan arzularının bir sonucu olduğu ve `doğal? diye nitelendirilen olgunun sanat yoluyla mükemmeliyet kazanabileceği üzerinedir. Şairin doğaya bu tarz yaklaşımı, sonelerindeki doğa anlatımını da etkilemiştir. İşte bu doğa da, yazarın yaşadığı dönemin dil algısı ve edebiyat geleneklerinden bağımsız olmamakla birlikte, artık kaybolmaya yüz tutmuş Rönesans dünya görüşüne bağlanabilir. Bu tezde. CarolynSpurgeon?unShakespeare?sImagery adlı eserinde Shakespeare?in bir doğa şairi olduğuna dair dile getirdiği iddia da düzeltilmektedir. Tez, şairin bütün sonelerindeki doğa imgelerine gönderme yapmayacaktır. 1609 yılında basılan 154 adet sonenin sadece 11?indeki güneş, deniz, mevsimler, çiçekler, vb. doğa imgeleri üzerine yoğunlaşılacak; birbirine zıt ancak doğa imgesini güçlü tasvirlerle ortaya konulan örnekler üzerinde durulacaktır. Bu örneklerden ilki, doğanın anlatımında diğer imgeler kadar doğaya ait olmasada, imgelerin imgesi olan güldür. İkinci konu başlığı olarak hava, ışık ve özellikle bir metaphor kaynağı olan güneştir. Üçüncü konu başlığı ise hayvanlar ve bunların arasında daha önemli role sahip olan kuşlardır.Master Thesis Socio-psychological reading of D.H. Lawrence's Lady Chatterley's Lover(2014) Shaheen, AhmadD.H. Lawrence, Lady Chatterley'nin Sevgilisi adlı eserinde aristokrat sınıfa dahil olan Lady Chatterley'nin alt sınıftan bir erkekle yaşadığı aşk yoluyla nasıl bir değişim geçirdiğini anlatırken, ahenkli bir beraberlik için sınıf bilincinden kurtulunması gerektiğini vurgulamaktadır. Kısa hikayeleri ve romanlarında sınıf farklılıkları üzerinde daha fazla durmuş olan Lawrence, bu romanında cinselliğe özel bir önem atfetmekte; Oliver Mellors ve Lady Chatterley'nin ilişkilerinde sınıf farklılıklarından ziyade cinselliğin belirleyici olduğunu iddia etmektedir. Lawrence aynı zamanda yarattığı kadın karakterin psikolojik sorunlarını da ortaya koymakta, bu rahatsızlığın kaynağı olarak da 20 yy. başındaki dağınık sosyal sınıf örüntüsünü, eksik kişilik oluşumunu, kadın-erkek arasındaki eşitsizlik ve cinselliğin bastırılmasını olası sebepler arasında göstermektedir. Roman Marksist açıdan ele alınacak olursa şunu söyleyebiliriz ki; güçsüzün güçlü tarafından ezildiği kapitalist kültürde kadın ve erkek kimlikleri aslında oluşturulmuş ve her daim yenilenen kimliklerdir. Buna rağmen Lady Chatterly, Mellors ile yaşadığı ilişki ve beraberinde gelen dönüşümle bilinç kazanmış ve kendini kapitalist kültür tarafından tanımlanmış kadın kimliğinin dışına çıkarabilmiştir. Romana Psikolojik açıdan baktığımızda ise; kapitalizmin insan için cinselliğin tanımını değiştirdiği ve bu sistemin ayartıcı yapısının bireyleri nevroza sürüklediği dile getirilmekte; Lady Chatterley'nin bu bunalımdan kurtulmasını sağlayanın da; karakterin kendini keşfetmesi ve doğaya, doğal olana dönmesi olarak betimlenmektedir. Nihayetinde Lady Chatterley, bilinç kazanmış ve kendini gerçekleştirmiş bir karakter , aşkını ve amacını bulmuş bir kadın olarak romanın sonunda karşımıza tekrar çıkar: hayatındaki sosyal ve sınıfsal engelleri aşmış ve artık kendini kadın olarak ortaya koyabilen yeni bir kişilik olmuştur.Master Thesis Digging for the roots in Seamus Heaney's poetry(2014) Salih, Ahmed AbdulsettarBu tez, İrlanda kültürünün Seamus Heaney'in şiiri üzerindeki etkisini araştırmak üzere yazılmıştır ve iki önemli soruya yanıt arayışını içerir: Birincisi İrlanda kültürünün şair için neden bu kadar önemli olduğuna ilişkindir. İkincisi ise şairin öz kültürünün bir ifadesi olan Kelt dili yerine neden İngilizce yazmayı tercih ettiğini sorgular. Şair özgün İrlanda kültürüne ilişkin mesajını, İngilizce'yi son derece başarılı bir biçimde kullanarak yansıtmak ve yaymak amacındadır. Bu nedenle, İrlanda'ya özgü simgeler, temalar ve eğretilemeleri İngilizce'nin olanaklarıyla aktaran Heaney'in, bir Britanyalı'dan çok bir İrlandalı olarak kabul edilmesini vurgulayarak şairin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak amacını güder. Heaney etkili şiirsel araçları kullanarak güçlü ulusların zayıflara karşı, özellikle de İngiltere'nin İrlanda üzerinde uyguladığı zalim ve baskıcı yöntemlere göndermede bulunur. Bu baskı genelde İrlanda kültürünün, özel olarak da Kelt dilinin zayıflayıp yok olmasına zemin hazırlar. Bu bağlamda şair, İrlandalı kimliğiyle İngiliz dili arasında bir uzlaşma sağlayarak, güçlüye karşı zayıfın sesi olabilmek için, direnen İrlandalı kimliğine İngilizce'de bir yer açmaya çalışır. Ana dili olan İngilizce'yi bilinçli olarak seçen şair, İrlanda kültürünün yok olmaktan kurtulup kendisine yeniden yer bulabilmesi için çaba gösterir. İrlanda ile ilgili sorunlu siyasi, sosyal ve dini konuları gündeme getirmek için özellikle İngilizce kullanan şair, bu sayede sömürgecinin karşı iddialarını çürütmenin yolunu arar. Ancak siyasi tartışmaların bir parçası olmaktan özellikle kaçınır. Bu çalışmada, ileri sürülenlerin desteklenmesi için tarihsel eleştiri yaklaşımı kullanılmaktadır. Birinci bölüm İrlanda kültürü ve İrlandalılara yönelik ayrımcılık konusunu işler. İkinci bölüm özellikle Ulster'de Heaney'in atalarının uğradığı haksızlıkları, bataklık alanlarda bulunan insan bedenlerine göndermede bulunarak karşılaştırmalı bir biçimde vurgular. Üçüncü bölüm İrlanda toprakları ve çiftliklerinin tarihsel olarak Viking ve İngiliz egemenliğine girmesini konu edinir ve özellikle Ulster (Kuzey İrlanda) Britanya'nın resmen bir parçası sayıldığından, İngiliz egemenliği ve sonuçları ayrıca vurgulanır. Şairin yapıtlarının özünde, tarihi ve anıları içeren geçmişle, yaşadığı çağı durmaksızın birlikte ele alma yaklaşımının yattığı söylenebilir.Master Thesis Justice and mercy in The Merchant of Venice(2014) Taha, AnasBu tez Venedik Taciri eserinde bilhassa Shylock ve Portia karakterlerindeki adalet ve merhamet kavramlarını ele almaktadır. Yahudi kendi arzusunu gerçekleştirmek için adaleti kullanmakta, Portia ise mahkemedeki dönüş noktasına kadar Shylock'a çok fazla merhamet gösternektedir. Giriş bölümünde Yunan felsefesi, mitoloji ve adalet ve merhamet hakkındaki yasaları ele alan özel bir bölüm bulunmaktadır. Sheakespeare'e göre "merhamet"in ne kadar değerli olduğunu görmek için Fırtına adlı esere de kısaca değinilmektedir. 1'inci bölüm adalet ve merhametin dini kavramlarını içermektedir. Bu bölüm karakterlerin davranış ve eylemleriyle İncil ve Tevrat'ın doktrinlerinin karşılaştırılmasını hakkındadır. Yine bu bölüm, ayrıca, Hristiyanlar ve Yahudilerle ilgili farklı perspektiflere Shakespeareci bir bakışın yanı sıra Avrupa'daki Yahudi yaşamının içinde bulunduğu durumu da içermektedir. 4'üncü bölümde Venedik Taciri'ndeki adalet ve merhamet imgelemi anlatılmaktadır.Master Thesis The transformation of theory and discourse in gender issue: The endless quest for sexual identity from Virginia Woolf's a room of one's own to Jeanette Winterson's written on the body: Two extremes of opinion(2014) Aldemir, Nimetullahİlk Feminist Akımı'nın başlangıcı olarak kabul edilen Virginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda adlı kitabı ile bugünkü cinsiyet sorununa son noktayı koyan Jeannette Winterson'ın Bedene Yazılmış adlı kitabı feminist harekette iki temel başyapıt olarak görülmektedir. Bulundukları çağın iki etkin yazarı olarak, Woolf erkek ve kadın olarak her iki cinse eşit haklar önerirken, Winterson bütün cinsiyetlerin yıkımını öne sürmüştür. Cinsiyet problemi teorilerindeki bu değişim, Helene Cixous, Luce Irigaray, Elaine Showalter ve Judith Butler gibi başlıca toplumsal cinsiyet kuramcıları ve onların görüşleriyle hız kazanmıştır. Bu kuramcı ve düşüncelerine atıfta bulunarak, bu çalışmanın amacı tüm feminist akımlarda gözlenen evrimin hangi söylem ve kuramlarla geliştiğini göstermektir. Bu amaçla, hem Kendine Ait Bir Oda hem de Bedene Yazılmış adlı kitaplar, geçmiş ve günümüzdeki toplumsal cinsiyet ile ilgili ikilemlere ışık tutmak için derinlemesine analiz edilmiştir. Bu doğrultuda söylenebilir ki, feminist hareketlerin itici gücü, toplumsal hak ve eşitlikten kimlik ve cinsiyetin yeniden inşası gibi daha bireysel temalara kaymıştır.Master Thesis Exploitation and terrorism in Conrad's The Secret Agent(2014) Alsalim, Hafudh Farhood AbdaGizli Ajan, Conrad'ın alışıla gelmiş tipik denizci ve gemi hikayelerinden farklı olarak son dönemlerde yazdığı politik romanlarından biridir. Roman bir açıdan bakıldığında anarşi, terror ve casusluk gibi kavramlar içerirken, diğer taraftan manipülasyon, sömürü gibi kavramları ve modern toplumda insanların nasıl barbarlaştıklarını anlatır. Bununla birlikte; 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkmaya başlayan anarşist ve devrimci grupları da resmeder. Romandaki olaylar Viktorya Döneminin sonlarında geçmektedir. 19. yüzyılın sonlarındaki Londra'nın sosyal gerçekliğini yansıtan romanda, basın ve politkacıların anarşistlerin gerçekleştirdiğini düşündükleri saldırılar ve patlamalara göndermeler vardır. Bu çalışmanın amacı o dönem içerisinde gerçekleşen bütün bu olayların Conrad'ın Gizli Ajan adlı romanına nasıl yansıdığını göstermek ve Conrad için önemli olanın siyasi çatışmalardan daha çok romanın konu edindiği şiddetin bireyler ve bireylerin ilişkileri üzerindeki etkilerini ve bireyleri nasıl insanlıktan çıkardığını göstermektir.Master Thesis Simulacra and hyperreality in Neil Gaiman's American Gods(2014) Atcan Altan, NeslihanNeil Gaiman'ın American Gods adlı romanı farklı kadim mitolojilerden gelen bir çok mitolojik tanrı ve figürün yirmi birinci yüzyıl Amerika'sında hayatta kalma çabasını anlatmaktadır. Bununla birlikte bu kadim tanrılar giderek yerlerini Amerikan toplumunun Televizyon, Teknoloji ve Medya gibi yeni tanrılarına bırakmaktadırlar. Bu tez Gaiman'ın romanını Fransız kuramcı Jean Baudrillard'ın simülakr kuramına dayandırarak incelemeyi hedeflemiştir. Baudrillard günümüz çağdaş dünyasında gerçeklik kavramının yerine sadece kopyaların geçmediğini ve bu kopyaların kendi gerçekliklerini yaratmış ve bu şekilde de hipergerçekliğe ulaşmış simülakrlar olduğunu öne sürmektedir. Tezin amacı, romanın ana karakteri Norveç mitolojisinden Baldur'un simülakrı Shadow Moon, yine Norveç mitolojisinden Odin'in başarısız kopyası Wednesday ve diğer ikincil karakterleri inceleyerek bu figürlerin bir simülakra dönüşemedikleri sürece Amerika'da hayatta kalamayacakları gerçeğini ortaya koymaktır. Neil Gaiman'ın romanı da bu eski tanrıların, kopyası oldukları tanrıların öykülerini yeniden yaşamak yerine, Amerikan değerlerine uyum sağlayıp kendi öykülerini yazma uğraşlarını betimlemektedir. Neil Gaiman da Amerika'da yaşamını sürdüren Avrupalı bir göçmen olarak bu sürece uzak değildir. Kendisi, bu deneyimini Avrupalı tanrıların Amerika'ya uyum sağlaması olarak romanında yansıtmaktadır. Eski tanrıların ardından yeni tanrıları ele alan bölüm, Amerikan toplumunun tüketicilik, teknoloji ve tarihi reddetmesi gibi özellikleri Baudrillard'ın kuramı çerçevesinde incelemektedir.Master Thesis J. M. Coetzee's Foe: Giving voice to silenced Susan and Friday(2014) Yarimca, PelinJ.M. Coetzee'nin Foe adlı eseri Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe adlı romanının parodisidir . Robinson Crusoe, 18. yüzyılda sömürgeci romanların atası olarak kabul edilmiştir. Coetzee romanında sömürgecilik sistemini ve erkek egemen toplumların bireyler üzerinde kurdukları baskıyı ele alır. Bunu yaparken postmodern ve feminist bakış açılarından faydalanmıştır. Bu tür toplumlar, kendisinden farklı renge sahip ya da farklı cinsiyete ait insanları "öteki" olarak adlandırmış, onları sessizleştirmiştir. J.M. Coetzee romanında bu sessizleştirilmiş karakterlere ses vererek, önceden varolan bu ötekileştirilmiş anlayışı yıkmak için Defoe'nun romanını bir kadın anlatıcı gözüyle yeniden yazmıştır. Bu tezin amacı ise J.M. Coetzee'nin romanındaki dilsiz Friday'in ve romanın kadın anlatıcısı Susan Barton'ın nasıl sessizleştirildiği ve ötekileştirildiğinin incelemektir.Master Thesis Representation of marriage as a social and economic institution in Jane Austen's Pride and Prejudice(2015) Al-Salim, Ali Assim"Regency dönemi aşk romanı kavramının yaratıcısı" olarak kabul edilen Jane Austen, aynı zamanda "insan davranışı konusunda zeki bir gözlemci ve bir yergi ustası" (Kruger et al. 2013, p. 198) olarak değerlendirilebilir. Döneminde birçok ahlaki değer, gelenek ve uygulama özellikle kadınlar açısından dayanılmaz ölçüde zor olduğu için ilk romanını anonim olarak yayımlamıştır. Austen Aşk ve Gurur'da yaşadığı dönem İngiliz toplumuna ayna tutmaktadır. Romandaki olaylara yön veren ve karakterlerin yaşamını büyük ölçüde etkileyen romanın temel olgusu evliliktir. Roman evlilik kurumu sayesinde kadına karşı yapılan haksızlıkların yansıması olan ve erkek egemenliğine dayanan toplum yapısını tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Evliliği yalnızca iki cins arasında varolan bireysel bir ilişki değil, aynı zamanda toplumsal bir kurum olarak da ele alarak, Jane Austen Aşk ve Gurur romanında dönemin İngiliz toplumunu ekonomik, sosyal ve toplumsal cinsiyet rolleri açısından anlamayı ve sorgulamayı sağlamaktadır. Bu tezde, evlilik ayrıntılı bir biçimde incelenecek ve 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında İngiliz toplumda kadınların evlenebilmek için nasıl çaba harcadıkları ve evlilik kurumunu etkileyen ögelerin neler olduğu ortaya konacaktır. Roman boyunca Austen başarılı bir biçimde, toplumun tüm özelliklerini ve günlük yaşam ve ilişkilerin arkasında yatan etmenlerin neler olduğunu okura aktarmaktadır. Yazar, evlilik kurumunu çeşitli sosyal sınıflara ait bireyler arasındaki ilişkilere odaklanabilmek için kullanır ve böylece hem bu bireylerin gerçek yüzünü hem de sosyal çevrelerini gösterir. Tez, insanların yaşamını biçimlendiren, aynı zamanda da ayrımcılık ve kadının sorunlarının temelinde yatan sosyal ikiyüzlülük ve paranın gücü gibi çarpık değerler ile insan davranışlarındaki ayrıntıların ve yanlışlıkların altını çizer.Master Thesis The theme of escape in James Joyce's Dubliners(2015) Jasim, Hasan AliBu çalışma James Joyce'un Dubliners adlı eserinde "kaçış teması" üzerine odaklanmıştır. Onbeş kısa öyküden oluşan romanda yer alan on hikayede bu temanın ön plana çıktığı görülür. Bu öykülerde, bunalım içinde olan karakterler aracılığıyla kaçış temasını işleyen James Joyce bir anlamda kendi hayatında yaşadığı sıkıntı ve çatışmaları yansıtmaktadır. Bu çalışmada Dubliners'dan seçilmiş olan on kısa hikaye üç ana konu başlığı altında incelenmiştir. Bu bölümlerden her biri insan hayatının üç temel evresinden birini konu alır. "Çocukluk" adını taşıyan birinci bölümde üç öykü yer almaktadır: "The Sisters", "An Encounter" ve "Araby"."Ergenlik" başlığı altında sunulan ikinci bölümde iki öykü seçilmiştir: "Eveline" ve "The Boarding House." "Olgunluk" adını taşıyan üçüncü bölümde ise beş öykü bulunmaktadır: "A Little Cloud", "Counterparts", "A Painful Case", "Clay" ve "The Dead". Bu tezde incelenen on kısa hikayeyi birbirine bağlayan "kaçış teması" aslında yazarın gerek İrlanda içinde gerekse yurtdışındaki yaşantısıyla yakından ilişkilidir. Joyce, hayatının büyük bölümünü kendi ülkesinin sınırları dışında, Trieste, Paris ve Zurih'te yaşamıştır. Yazarın Dublin'den ayrılıp hayatının geri kalanını yurtdışında yaşamasının çeşitli nedenleri vardı. İrlanda'dan dini, sosyal, ekonomik ve siyasi nedenlerle ayrılmak zorunda kalan Joyce, 1904 yılından vefat ettiği 1941 yılına kadar kendi vatanının dışında kendi iradesiyle bir tür sürgün hayatı yaşadı. Yazarın kendi hayatında yaşamış olduğu sorun ve çelişkiler ile bu çalışmada yer alan hikayelerde karşılaştığımız karakterlerin içinde bulundukları sıkıntılı durumlar arasında önemli benzerlikler olduğu söylenebilir. Dublin'den kaçmak ya da içinde yaşadıkları kısıtlayıcı ortamdan kurtulmak isteyen bu karakterler, bu amaçla çeşitli yollara başvursalar da, hayatlarında olumlu yönde bir değişim yaratmayı başaramaz ve sonunda kaderlerine boyun eğmek zorunda kalırlar. Ayrıca, her gün aynı faaliyetleri yapmak durumunda olan bu insanlar adeta felç olmuş gibi yaşarlar. Çok isteseler de, bu karakterler kendi hayatlarında dikkate değer bir değişiklik yaratacak cesareti gösteremezler. Çoğu, yaşadığı monoton hayattan çıkış yolu bulabilmek için hayaller kurar. Bu insanlardan bazıları içinde bulundukları sıkıntılı durumdan kurtulmak için bazı girişimlerde bulunsalar da, çok geçmeden hayal kırıklığına uğrayarak eski yaşamlarına geri dönmekten başka bir çarelerinin olmadığını anlarlar. Bu tezin öneni James Joyce eserlerinde ana temalardan birine ışık tutarak yazarin yaşanı ile sanatı arasindak ilginç bağlantıyı ortaya koymaktır.Master Thesis Thomas Hardy's The Mayor of Casterbridge: The story of the timeless tragedy of man(2015) Kareem, Haidar MohammedGeç Viktorya Dönemi'nin bir yazarı olan Thomas Hardy, yaşadığı dönemin inançları sorgulayan felsefesinden etkilenmiştir: Charles Darwin'in Türlerin Kökeni ve Benjamin Jowett'ın Denemeler ve Eleştiriler adlı eserleri bir anlamda Hardy'nin tanrı inancını kaybetmesine sebep olurken, yaradılış ve istenç üzerine yeni fikirler geliştirmesinin de yolunu açmıştır. Schopenhauer'un çığır açan eseri İstenç ve Tasarım Olarak Dünya'nın etkisinde ve Darwin ve Jowett'in fikirlerinin de katkısıyla Hardy, hayatın içinde metafizik güçler olduğu fikrini benimsemiş ve bu güçlerin de bilinç kazanmış ve istenci olan insanı yok etmek üzere konumlanmış olduğunu iddia eden karamsar bir felsefe oluşturmuştur. Casterbridge'in Belediye Başkanı adlı eserinde Hardy, baştan-sona bu yazgıcı yaklaşımı benimserken, romanına kahramanını da bu güçler tarafından ahlaken duyarsız bir dünyada tuzağa düşürülmüş bir kurban ve bu güçlerin insafına terkedilmiş bir zavallı olarak betimler.Ve roman boyunca Hardy, insane trajedisinin evrenselliğine ve zaman-mekan tanımazlığına göndermeler yapar: Felaket her zaman kendisi için daha iyisini isteyen bilinç kazanmış insane davranışından, ya da başka bir deyişle; insanın kendisi için dilediğiyle tanrıların çıkınında olan arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır.Master Thesis The role of women in the society during the early Nineteenth century and the opposition of Jane Austen to the role of women in Mansfield Park(2015) Nesimoğlu Korkmazoğlu, Aliye DuyguJane Austen çağının sosyal sorunlarına odaklanan bir yazardır. Geç on sekizinci yüzyıl ve erken on dokuzuncu yüzyıl arasında yaşamış, bu dönemde güçlü bir şekilde karşı çıktığı bazı sosyal olaylar olmuştur. Umut Parkı adlı romanında Jane Austen, temelde erken on dokuzuncu yüzyılda kadınların sosyal rollerine karşı çıkmıştır. Bu yüzyılda kadınlar için sosyal yaşamda yer almak kolay değildir. Eğitim ve iş hayatı kadınlar için uzak kavramlardır. İyi bir eğitim almak isteyen bir kadın, birçok sorunla karşılaşmak zorunda kalmıştır. Ama Jane Austen, Fanny Price karakterini kullanarak kadınların sosyal hayatta başarılı olabileceklerini göstermek için romanında bu gerçek üzerine odaklanır.Umut Parkı romanında Jane Austen okuyucularına özellikle toplumda orta ve yüksek sınıflar arasındaki insan ilişkilerini gösterir. Bu çalışmanın amacı Jane Austen'ın Umut Parkı adlı romanında Fanny karakterini kadınların toplumda nasıl aktif olabileceklerini göstermek için kullandığını öne sürmektir. Jane Austen'ın Umut Parkı adlı eseri bu açıdan incelendiğinde kadınların iyi bir eğitime ve toplumda iyi bir yere sahip olabileceklerini göstermek için ana karakterin büyük çaba sarf ettiği görülür. Romanında Fanny karakterini yaratarak Jane Austen kadınların güçlerini ve yeteneklerini göstermek ister ve bunu yaparken de Jane Austen romanında gerçekçi bir bakış açısı kullanır.Master Thesis Issues of gender and family in Virginia Woolf's To The Lighthouse(2015) Abdulqader, Ali WaleedBu çalışma kadın için sanatın bağımsızlık ve kimlik elde edebilmek için ne derece önemli olduğunu vurgulayan bir bakış açısıyla Virginia Woolf'un To the Lighthouse adlı roman hakkında bir tartışmayı ele alır. Eleştirmenlerin birçoğu romanın Muhafazakâr bir toplum içinde Virginia Woolf'un bir kadın yazar olarak deneyimlediklerini ve yazarın kendi hayatını yansıttığına inanır. Woolf'a göre kadın, evli ya da bekar, bekar hayatında Lily ve evlendikten sonra Bayan Ramsay'i gibi, yaratıcılığını kullanabileceği ve kendi potansiyeline erişebileceği bir yol bulabilir. Bu açıdan bakıldığında sanat, kadının hayatın zorluklarını anlaması ve bunlarla baş edebilmesi için etkili bir araç olduğu söylenebilir. Ancak, kadın karşıtı cinsiyet yanlısı olan ve erkeğe verilen yüksek değerlerin hakim olduğu bir toplumda birçok kadının kimlik edinmek için yaratıcılıklarını kullanma gücü ya da fırsatı olmadığı gerçeği apaçık ortadadır. Bu bağlamda roman, yaratıcı bir ressam olan ve Bay ve Bayan Ramsay arasındaki anlaşmazlığa bir misafir olarak şahit olan Lily Briscoe'nun sanatsal başarılarını yansıtır. Aile içindeki durumunu kabul eden, uysal, itaatkar bir kadın olarak görünen Bayan Ramsay, ailevi meseleleri çözme konusundaki yaratıcılığını gözler önüne serme kabiliyetine sahiptir. Ancak, kocası ve çocuklarına karşı sorumlulukları olduğunu bilecek kadar da gerçekçidir. Kendi öz-değerini kazanmasını sağlayan evlilik hayatındaki yaratıcılığını sergilemekten geri kalmaz.Master Thesis William Golding's Free Fall as an existentialist novel(2015) Görgün, BuketWilliam Golding'in Free Fall adlı eseri, yirminci yüzyıl insanının II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki benlik arayışını, roman karakteri Sammy'nin içsel yolculuğunu sembolize ederek anlatmaktadır. Bu romanıyla Golding, içinde yaşadığı dünyayı ve insanı insan yapan özellikleri anlamaya çalışan modern insanda, Sammy vasıtasıyla bir bilinç yaratmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de akıllara şu soruları getirmektedir: İnsanlığa ne olmuştur? İnsanı bu duruma ne getirmiştir? Bu bir düşüş müdür? Eğer bu bir düşüşse, özgürce bir düşüş müdür yoksa değil midir? İnsanlığın bu felaketinde, insanın ya da tanrının rolü var mıdır? İnsan suçlu mudur? İnsan iyi ya da kötü müdür yoksa her ikisi midir? İnsan seçimlerinde özgür müdür? Eğer insan özgür bir varlıksa, ne kadar özgürdür? Tüm bu sorular büyük dünya savaşları sonrasında tanrısız bir evrende kendi kişisel anlamını arayan ve seçimlerindeki özgür iradesini sorgulayan yirminci yüzyılın modern insanını yaratmış olmakla birlikte Free Fall'un ve bu çalışmanın da özünü oluşturmaktadır. Bu tezin amacı; William Golding'in Free Fall adlı eserini varoluşçu bir roman olarak analiz edip, roman karakteri Sammy'nin seçimlerinde ne derece özgür olduğunu yansıtmak ve modern insanın ikilemine ışık tutmaktır.Master Thesis A Thematic study of the Gothic elements in Oscar Wilde's The Picture of Dorian Gray: Decadence, Horror and Violence(2015) Alaati, AatiBu çalışma, Dorian Gray'in Resmi: çöküş, dehşet ve şiddet romanındaki üç Gotik unsurun vurgulanmasını amaçlamaktadır. Gotik kurgunun tipik bir örneği olarak roman, çeşitli cinsiyet karakteristiklerini ele alır. Oscar Wilde'nin bakış açında derin bir etki yarattığı düşünülen temel tema ve geleneksel gotik çalışma motifleri de (The Picture of Dorian Gray'e) romana edilmiştir. Romandaki hakim tema, hikâyenin çoğu yerinde ve işlediği çoğu konuda bulunan, çöküştür. Oscar Wilde, Fin-de-siècle, Fransız harekâtından derinden etkilenmiştir. Bu da, Dorian'ın doğru yoldan sapmasında yansıdığı üzere tenha karanlık sokaklarda, afyon/uyuşturucu batağında da yansıyan çöküş atmosferinin romana yayılmasına sebep olmuştur. Buna ek olarak korku ve şiddet temaları da romanda açık bir biçimde görülebilir. Korku teması, Dorian'ın portresinde meydana gelen doğaüstü değişiklerle başlar ve tenha köşelerde bulunmanın verdiği dehşetle devam eder ve daha sonra işlenen suçlarla son bulur. Romanda, şiddete ilişkin sayılabilecek iki olay bulunmaktadır ve bunlardan biri öldürme eylemi (Dorian Basil'i öldürür), diğeri de ormanda gerçekleşen ve ölümle sonuçlanan bir kazadır (James Vane bir avcı tarafından öldürülür). Bunların yanı sıra şiddet bazen içe dönük olabilmektedir. İnsanın kendisine uyguladığı şiddet ilk önce Sybil'in ve daha sonra Doris'in intiharıyla tema olarak örneklenmiştir. Roman içinde bulunan üç ana Gotik özelliğe –çöküş, korku ve şiddet- ek olarak doğaüstülük, ikililik, batıllılık, karanlık ve ölüm gibi diğer Gotik öğelerde ilave edilmiştir. Dorian'ın resminin doğaüstülük kısmı, resimdeki yakışıklı adamın sihirli bir biçimde yaşlı ve çirkin bir şekil almasıyla gerçekleşir. Dorian'ın işlediği günahla birlikte resimde doğaüstü bir değişiklik gerçekleşir ve resimdeki adam giderek çirkinleşir. Aslında resim Dorian'ın ruhundaki yolsuzluğu ve onun günahkâr eylemlerini yansıtmaktadır. Romanın sonunda Dorian intihar eder ve resimdeki çirkin adam yakışıklı bir delikanlıya dönüşür. Hikâyenin sonunda yer alan ilahi adalet dünyadaki kötülük ve haksızlıklara karşı iyilik ve dürüstlüğün daima kazandığını gösterir. Doğruluktan sapan ve günah işleyen herkes er ya da geç kaybeder. Hikâyeden çıkarılabilecek bir diğer derste bu dünyadaki her şeyin geçici olduğu, kalıcı olmadığıdır. Dorian gençliğini ölümsüzleştirmek istemekte ve bu yüzden geleneksel Muhafazakar değer ve normlarla hiç alakası olmayan türlü zevklere kapılır ama sonunda başarısız olup kendi trajik sonuyla yüzleşir.Master Thesis Challenging history in Peter Ackroyd's Chatterton(2015) Al-Mamoorı, Mahommed AbdulhusseinTarihsel üstkurmaca, postmodernizmin tarih ve kurgu arasındaki sorunsalını incelemek için önemli bir alan teşkil eder. Tarihsel üstkurmaca metinleri tarihsel göndergelere ve kendi sanatlarına atıfta bulunarak tarih ve kurgu yazımı arasındaki sınırlara itiraz eder. Tarihsel üstkurmaca bu karşıt ikililikleri uygulayarak veya onların sınırlarını ihlal ederek, bu karşıtlıkların geçerliliklerini ve gizledikleri düzeni sorgular. Peter Ackroyd'un Chatterton adlı romanı tarih ve kurgu arasındaki karşıtlığın, gerçeklik ile sanat arasındaki problemli ilişkinin metinlerarası bir arenada işlendiği postmodern edebiyatın örneklerinden biridir. Ackroyd, romanda alternatif bir kurgu yaratarak, ünlü şair Thomas Chatterton'un biyografisindeki boşluklara odaklanır, bu boşlukları yazarın resmi biyografisi ile çelişen hayali olaylarla doldurur. Yazar bir taraftan şairin kişisel tarihini anlatırken, öte taraftan, okurların gerçek ve kurgusal karakterler aracılığıyla tarihin kurgusallığının farkına varmaları amacıyla tarih yazımının sürecini ortaya koyar. Bu bağlamda, bu tez tarih yazımı, üstkurgu, parodi ve metinlerarasılık konularına odaklanarak, Ackroyd'un Chatterton adlı romanında tarih ve kurgu arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamaktadır.Master Thesis The concepts of fate and nature in Hardy's the return of the native(2015) Al-Dulaimi, Farah QasimThomas Hardy, insan hayatına dair karamsar bir görüşe sahip yazarlardan biridir. Bu nedenle ''kader'' ve ''doğa'' kavramları yazarın bu karamsar görüşünün sınırları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Hardy'nin düşüncesi 18. yy. iyimserliğine bir başkaldırı ve Hristiyan inancının tesellisini geri çevirmedir. Diyebiliriz ki Hardy'nin romanları İngiltere'ye Schopenhauer'ın karamsarlığını getirmiştir. Hayatındaki kişisel deneyimleri ve entelektüel değerlendirmeleri ona yazılarında yardımcı olmuştur. Bunun yanında; kader, Hardy'nin kendilerini bekleyen trajik sonlara karşı direnen roman kahramanlarının hayatlarında büyük rol oynar. Hardy'nin karakterleri kendi kaderlerini belirleyemezler veya hayat gayelerini kontrol edemezler, çünkü romanlardaki felaket sonuçlarına ortam hazırlayan ''tesadüflerin'' bir sonucu olarak kendini gosteren kader, kendi eylemlerini kontrol eden mutlak güçtür. Hardy'nin 1878'de basılan romanı The Return of the Native, kader ve doğanın kötücül güçleri tarafından ezilen karakterler sunduğu için, bir trajedi romanı olarak okunabilir ve Antik Yunan Trajedileri'nin yeniden yorumlaması olarak düşünülebilir. Bu tezin amacı Thomas Hardy'nin The Return of the Native adlı romanını, verilen trajik görüş kapsamında oynadıkları rollerin önemini anlamak için, doğa, kader ve tesadüf kavramları üzerinden incelemektir.Master Thesis A Freudian approach to Joseph Conrad's Heart of Darkness(2015) Hussain, Sama Hussamaldeen HussainJoseph Conrad ingiliz edebiyatının en büyük romancılarından biridir. 1899 yılında Heart of Darkness (Karanlığın Yüreği) adlı olan hikayeyi yazdı. Heart of Darkness (Karanlığın Yüreği) adlı eser Charles Darwin, Sigmund Freud and Albert Einstein. gibi bilim adamlarının teorilerine etkisinde önemli bir modernist eser olarak Kabul edildi. Görünmektedir ki Conrad, Sigmund Freud'un teorilerinden güçlü etkilenmiş. Freud, Psikanalizin alanında çalışan ilk kuramcı oldu. O, psikanalizi teorisine yapılan en önemli katkılarından biridir, kişilik gelişimi kavramı üzerine odaklandı. Ayrıca o iç bilinç ( Id, Ego ve Superego ), rüyalar yorumları, sürücüler ( yaşam ve ölüm kabiliyeti) ve değer teoreler teorisini tanıttı. Yani, bu tezin çalışma amacı Freud'inin kişisel teorisine göre olan Marlow hikayesinin kişisel dönüşümü incelenmektedir, Charlie Marlow kahramanı olan hikayenin masumiyeten yolcu ederek deneyimler yapılır ve insane doğasının sonsuzun karanlık tarafını keşfetmektedir.Master Thesis Racial and gender discrimination against the creole identity in jJean Rhys's Wide Sargasso Sea(2016) Younus, AhmedJane Rhys's novel Wide Sargasso Sea builds around the theme of identity as seen in the experience of the female protagonist Antoinette Cosway, who struggles as a female Creole to prove her identity in an environment that rejects her. In fact, she is faced with double discrimination on the basis of her race and gender. The first part of this thesis will address the writer Jean Rhys and her connection with Wide Sargasso Sea and her female protagonist Antoinette. The chapter will attempt to compare and contrast the characteristics and reactions of two female characters in two different novels -Antoinette from Wide Sargasso Sea and Jane from Charlotte Brontë's novel Jane Eyre - in the face of the hardships they have to deal with throughout their lives. The second chapter of the thesis will focus on the racial discrimination against the white Creole protagonist, Antoinette, whose multiple efforts to identify with the black community of the Caribbean ultimately prove to be futile, as she is faced with rejection every time she attempts to do so. The chapter will also discuss the rejection that Antoinette is subjected to by the white English community, and the painful experience that she goes through after her marriage to her husband , who can be viewed as a representative of the English community. The third chapter will deal with the racial discrimination against Antoinette as a female Creole caught in a patriarchal society. As a woman hopelessly trapped in a society dominated by male values, Antoinette has been renamed, displaced, and ostracized by her controlling husband. She desperately struggles to resist him as he tries in more than one way to strip her off her real identity. Given the gender issues handled in the novel, the experiences of the female protagonist will be discussed from a feminist point of view.Master Thesis Colonialism, slavery and religion in Daniel Defoe's Robinson Crusoe(2016) Alshammari, GhanimThis thesis discusses Daniel Defoe's Robinson Crusoe in the light of the developments of colonization in the 18th century. Defoe's fictional castaway can be read as an expression of how the author viewed the current events taking place in his society. The thesis will analyze the characters of Robinson Crusoe and Friday as a reflection of the British society and its capitalist and colonizing policy. In the novel, Defoe portrays the picture of the two characters through their social behavior, their relationships, and their spoken words as the slave-master relationship. The present thesis will examine Robinson Crusoe in terms of three main issues; namely colonialism, slavery and religion. As such, this study attempts to provide a definition for each of these terms, making references to the relevant parts of the novel. Underlying Crusoe's relationship with Friday is the issue of colonialism, a theme that is closely associated with slavery and religion. According to the colonial system, Crusoe, the master, represents the colonizing power in the novel, while Friday is shown as a subaltern character who is fully under the control of the imperial power. The significance for the representation of capitalist economy can be seen in the way Crusoe builds the house in which he lives, tames the animals on the island, and prepares the fields for cultivation. On the other hand, Friday has to work, follow, and just listen to Crusoe. Friday, according to this interpretation of Defoe, represents not only the colonized, but also the British working class; while Crusoe represents the industrialist middle class. The main argument of this thesis is that one can read Robinson Crusoe as a reflection of the practices of capitalism and its outgrowth, colonialism, with slavery and religion usually being an integral part of any system in which the principles of capitalism and colonialism are put into practice.