Doktora Tezleri
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12416/1866
Browse
Browsing Doktora Tezleri by Title
Now showing 1 - 20 of 23
- Results Per Page
- Sort Options
Doctoral Thesis Alacaklının temerrüdü ve hukuki sonuçları(2021) Bayram, Aziz ErmanAlacaklının temerrüdü, Türk Borçlar Kanunu'nun 106 ilâ 110. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Alacaklının temerrüdünde; alacaklının, taraflar arasındaki sözleşmeye veya hukukî işlemin niteliğine göre yapması gereken bir iş birliği eylemini yapmaktan ve bu kapsamda kendisine gereği gibi önerilen ifa edilebilir nitelikteki bir edimi kabul etmekten haklı olmayan bir nedenle kaçınarak hâlihazırda ifası mümkün olan bir edimin ifasının gecikmesine neden olması söz konusudur. Alacaklının temerrüdü hukukî niteliği itibariyle bir ifa engelidir. Ayrıca; alacaklının, temerrüde düşmesi için kusurlu olması zorunlu değildir. Alacaklının temerrüdünün işlevi, borçlunun borcun ifası için kendi üzerine düşen tüm davranışları gerçekleştirmesine rağmen ifa eylemlerine devam edilmesinin veya ifanın tamamlanmasının, alacaklının iş birliğine bağlı olması durumunda; borçlunun, alacaklının iş birliği olmaksızın borcuyla olan bağını sona erdirebilmesinde görülür. Alacaklı tarafından, borcun gereği gibi ifa edebilmesi için yapılması gereken iş birliği eylemleri, kural olarak sözleşmesel yükümler değil; dava edilemez ödevlerdir. Dolayısıyla alacaklının ödevli olduğu iş birliği eylemini yapmaktan kaçınması, borcun ihlâli değil; sadece bir ödevin ihlâli sonucunu doğurur. Alacaklının ödevli olduğu bir iş birliği eylemini yerine getirmekten kaçınması üzerine; borçlu, alacaklıyı dava yoluyla söz konusu eylemi gerçekleştirmeye zorlayamaz veya alacaklıdan tazminat talep edemez. Buna karşılık alacaklının temerrüdü nedeniyle borcuyla bağlı kalmaya devam eden borçlunun durumu, alacaklının aleyhine olacak şekilde iyileşir. Alacaklının temerrüde düşmesi üzerine borçlunun sorumluluğu önceki döneme göre hafifler ve artık hasar, temerrüde düşen alacaklıya geçer. Alacaklının temerrüdü, borçlunun temerrüdünü ve ödemezlik def'ini dışlar. Alacaklının temerrüde düşmesinden itibaren para borçlarına faiz işlemez. Alacaklının temerrüde düşmesi üzerine borçlu; maddî edimlerde, edim konusunu kural olarak tevdî ederek ve istisnaen satarak; maddî olmayan edimlerde ise sözleşmeden dönerek borcundan kurtulabilir.Doctoral Thesis Ceza hukukunda güven ilkesi(2022) Düzenli, HilalGüven ilkesi, kural olarak kimsenin kendi davranışlarını, üçüncü kişilerin yükümlülüklerine aykırı hareket edecekleri varsayımı altında yönlendirme yükümlülüğü olmadığı, aksine somut belirtiler olmadığı sürece bu kişilerin hukuka uygun davranacakları yönündeki beklentilerinin hukuk düzeni tarafından korunacağını ifade eder. Başka bir deyişle güven ilkesi, herkesin diğerlerinin hukuka uygun davranacaklarına ve kendi yükümlülüklerini yerine getireceklerine güvenebileceği anlamına gelir. İlke, ilk olarak Alman ve Avusturya hukuklarında trafik hukuku bağlamında ortaya çıkmış ve içtihatlar yoluyla giderek genişleyen bir uygulama alanına kavuşmuştur. Bu bakımdan güven ilkesi; tıp hukuku, inşaat hukuku, ürün sorumluluğu gibi alanlar başta olmak üzere insanlar arası etkileşim ve işbirliğinin olduğu pek çok alanda uygulanma kabiliyetine sahiptir. Taksirli suçlar bakımından uygulama alanı bulan güven ilkesine, objektif özen yükümlülüğünün belirlenmesi ve somutlaştırılmasında başvurulmaktadır. Nitekim hukuk normlarına uyulacağını varsayarak hareket etmek kişinin yükümlülüklerine aykırı bir hareket olarak nitelendirilemez. Ancak güven ilkesi sınırsız bir uygulama alanına sahip olmayıp bazı sınırlandırmalara tabidir. Çocuklar, yaşlılar gibi hukuk kurallarına uyamayabilecek kişilere karşı güven ilkesi geçerli olmadığı gibi diğerlerinin hukuka aykırı hareket ettikleri yönünde somut emareler bulunması ile denetim ve gözetim yükümlülüğü bulunması gibi durumlarda de güven ilkesi uygulanmaz. Bu halde kişi, diğerlerinin hukuka aykırı davranabileceklerini dikkate alma yükümlülüğü altındadır.Doctoral Thesis Ceza hukukunda hata(2022) Balak, Ahmet CanCeza hukukunda hata, kişinin norma veya maddi bir vakıaya ilişkin bilgisizliği ya da hatalı değerlendirmesi nedeniyle, tasavvurundaki durum ile gerçek durum arasında meydana gelen uyumsuzluktur. Bu uyumsuzluk, failin kusurluluğuna etki eden ya da kastını ortadan kaldıran bir hal olarak karşımıza çıkmaktadır. Konu; suçun manevi unsuru, maddi unsuru ve hukuka aykırılık unsuru ile doğrudan ilgili bulunmakla birlikte; suç teorisinde pek çok görüşün ileri sürüldüğü, her zaman güncel tartışmalardan beslenen bir kurum olarak kendisini göstermektedir. Ceza hukukunda hata; hukuki hata, fiili hata ve suçta hata başlıkları altında incelenebilecektir. Tezin amacı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri çerçevesinde 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile benimsenen farklılıkları da ortaya koyarak, kuruma ilişkin esasları ortaya koymak ve bu alanda yapılan çalışmalara katkı sağlamaya çalışmaktır. Bu kapsamda birinci bölümde ceza hukukunda hata kavramsal açıdan incelenerek, hatanın benzer kavramlardan farkı, ceza hukukunda hata türleri ele alınmıştır. İkinci bölümde hukuki hata ve üçüncü bölümde fiili hata konusu üzerinde incelemelerde bulunulmuş ve bunların görünüş biçimleri ve ceza sorumluluğuna etkileri üzerinde durulmuştur. Dördüncü ve son bölümde ise işlenemez suç ve sözde suç müesseseleri suçta hata başlığı altında açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.Doctoral Thesis Configuration of alternative spaces through performative and nomadic acts in Doris Lessing's short fiction(Çankaya Üniversitesi, 2018) Güvenç, ÖzgeDoris Lesing farklı konuları deneysel yazı biçimleriyle ele alarak kendini sürekli keşfeden ve geliştiren çok yönlü bir yirminci yüzyıl yazarıdır. Eserlerindeki içerik ve biçim zenginliği aynı zamanda yaşadığı mekanlara nasıl değer verdiğini de gösterir. Yazarın çoğu roman ve öykülerinin Afrika ve İngiltere'de geçiyor olması yazarın hem bir çocuk hem de bir yetişkin olarak bu iki ülkedeki deneyimleriyle yakından ilgilidir. Lessing, Afrika kıtasında bulunan vahşi doğa, ekilen sömürge toprakları ve çiftlik evleri ile Avrupa şehirlerindeki geçici mekanlarda geçen öykülerinde sömürgecilik, ırkçılık, ulusallık, sınıf ve cinsiyet konularını tartışır. Bu açıdan yaklaşıldığında, öykü kitaplarının – Burası Yaşlı Şefin Ülkesiydi, The Sun Between Their Feet (Ayaklarının Arasındaki Güneş), On Dokuz Numaralı Oda, Jack Orkney'nin Günaha Çağrılışı ve Londra Gözlemleri: Öyküler ve Taslaklar – mekan ve cinsiyet ilişkisi çerçevesinde incelenmesinin mümkün olduğu görülmektedir. Bu tez her iki cinsiyetin, özellikle de kadın kahramanların, performatif ve göçebe eylemler yoluyla, özel ve kamu alanları ve geçici yerleri nasıl sınırları olan kısıtlayıcı mekan anlayışından alternatif mekanlara dönüştürdüklerini, Henri Lefebvre ve Edward Soja'nın mekan, Judith Butler'ın performatif cinsiyet ve Rosi Braidotti'nin göçebe kimlik kuramları kapsamında tartışmayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, her bölümde ele alınan kitaptaki öyküler mekan açısından sınıflandırıldıktan sonra aynı kitaptan bir öykü seçilerek ayrıntılı olarak incelenecektir. Analiz için seçilen öykülerdeki farklı mekanlar sadece günlük aktivitelerin gerçekleştirildiği yerlerin fiziksel özellikleriyle birlikte insanların davranışlarını ve sosyal ilişkilerini şekillendiren toplumsal norm ve değerleri yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda bu mekanların nasıl yeni biçimlerde yaratılabileceğini gösterir. Bununla beraber, bu tez ev kavramının öyküden öyküye nasıl aşamalı bir şekilde değiştiğini tartışacaktır. Afrika öykülerinden "The De Wets Come to Kloof Grange" başlıklı öykü, aileye ait özel bir evin İngiltere'deki gibi yapılandırılmasını gösterirken, "Getting off the Altitude" böyle bir evin çocuklar, ergenler ve yetişkinler için nasıl sosyal bir mekana dönüştüğünü sergiler. İngiltere'de geçen öyküler ise ev anlayışının kapalı ve özel mekandan açık mekanlara doğru evrildiğini inceleyecektir. "A Woman on a Roof" başlıklı öykü bir kadının apartman çatısını evi gibi kullanarak kişiselleştirdiğini anlatırken, "An Old Woman and Her Cat" ev kavramının aidiyet duygusundan arındırılıp geçici bir barınma mekanına dönüştürüldüğünü sergiler. "Storms" adlı öykü ise taksi ve şehir gibi geçici mekanlarla insanlar arasındaki ilişkiyi ön plana çıkarır.Doctoral Thesis Hegemony, class antagonism and capitalist policies in higher education: Post-war campus novels by Kingsley Amis, Malcolm Bradbury and David Lodge(Çankaya Üniversitesi, 2018) Erbayraktar, SibelThis study aims at analysing six post-war campus novels Lucky Jim (1954) by Kingsley Amis, Eating People is Wrong (1959) and History Man (1975) by Malcolm Bradbury as well as David Lodge's campus trilogy consisting of Changing Places (1975), Small World (1984) and Nice Work (1988) within the framework of post-war class dynamics and hegemonic power relationships among academics. Based on the analyses, it is concluded that the books touch upon many dysfunctional aspects of higher education with direct and indirect references to the education policies of the time and the penetration of the capitalist ideology into the universities. The education acts, reports, procedures, as well as the governmental stance in each period will be examined in relation to how socio-political dynamics is criticised in the novels. Within these discussions, the theories of Antonio Gramsci, Louis Althusser, Raymond Williams, Pierre Bourdieu, T.S Eliot and Michael Young will be utilized. In each novel, the residues of the old class-based system in English academia, hegemony resulting from class antagonism, and capitalist competition will be the focus together with carnivalesque elements, such as excessive drinking and sexual affairs at the parties. The first novel, Lucky Jim, narrates the struggle of a lower-class academic, who tries to secure his position at a provincial university in England. However, he is excluded from the academic circle in various forms specifically by the bourgeois academics who find his manners vulgar. His reaction to culture and art is tested by the upper class whose sophistication and intellectuality are already suspicious because of their pretentious attitudes. His senior, professor Ned Welch also abuses Jim Dixon by assigning him all the petty and boring works at the department; thus, building a hegemonic pressure upon him using his seniority and prestige. Malcolm Bradbury's Eating People is Wrong which is again a novel from the fifties, deals with a very similar case, the exclusion of lower-class humanities professor, Treece, and one of his undergraduate students, Louis Bates, by the upper-class academics at his university. Starting from the seventies, the rise of a lower-class academic in Bradbury's History Man connotes that lower-class move up the social ladder via education, yet goes through a painful process in which he sometimes loses his organic ties with his own class by imitating the life style of bourgeoisie. The implication that the lower-class feel stuck between their working-class origins and bourgeois luxuries goes on in David Lodge's Trilogy with characters who display similar hesitant attitudes in defending egalitarian philosophy but adapting a bourgeois life style. Within the discussion of meritocracy, the lower-class academics in David Lodge's trilogy try to rise up the social scale through education. A common observation in all novels is that since majority of academics who find the prestigious positions at universities have already got the necessary network and educational background, the skilful candidates from lower class cannot find equal opportunities of employment at universities. The post-war campus novels, which are mainly considered as satirical and light comedies of their time, are specifically chosen for this study to exemplify the problems of the academics such as low-salaries, rivalry, hegemony and the exploitation of their labour power. The books also picture the conditions of post-war provincial universities, which welcome lower classes or financially disadvantaged individuals. However, it is observed in the novels that these universities cannot resist against capitalisation in higher education, and start to get smaller by losing their funds and members in time. Briefly, universities in England witnessed drastic economic and social changes during the post-war period, and the campus novels selected for this study include subtle criticisms of the fluctuations in higher education.Master Thesis İhaleye fesat karıştırma suçu(2019) Sucuoğlu, Arif Naciİhaleler, ekonomik büyüklüğü sebebiyle devlet tarafından idari ve cezai yaptırımlarla koruma altına alınmıştır. İdari düzenleme ve yaptırımlar 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nda düzenlenmiştir. Ceza hukuku kapsamındaki ihaleye fesat karıştırma eylemleri ise, 5237 sayılı TCK'nın Ekonomi, Sanayi ve Ticarete Karşı Suçlar isimli dokuzuncu bölümünde yer alan "İhaleye Fesat Karıştırma" kenar başlıklı 235. maddesinde düzenlenmiştir. Çalışmamızda, öncelikle ihale süreci kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Sonraki bölümlerde ise ihaleye fesat karıştırma suçu, suç teorisi kapsamında incelenmiştir. Mevcut yasal düzenlemelerin yolsuzlukla mücadelede etkin bir rol oynayıp oynamadığı hakkında tespitler yapılmıştır.Doctoral Thesis İhmali suçlar bağlamında hekimin cezai sorumluluğu(2023) Keçeligil, Hasan TahsinBu tez, esas itibariyle, ihmali suçlar bağlamında tabiplerin ceza sorumluluğuna ilişkindir. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve suçta ve cezada kanunilik ilkesine anayasal ve daha geniş biçimde de yasal bir ilke olarak yer verir. Türk ceza hukuku öğretisinde, suçların esas itibariyle icrai olarak işlenebileceği, bazı suçların ise ihmali olarak işlenebileceği eskiden beri ifade edilmektedir. İhmali suçlar da kendi arasında gerçek (saf) ihmali suçlar ve görünüşte (garantörsel) ihmali suçlar olarak ikiye ayrılır. Gerçek ihmali suçlar, Türk ceza hukuku bakımından 5237 sayılı TCK'nın özel hükümler kısmında düzenlenmiştir. Buna karşılık görünüşte ihmali suçlara daha önceki kanunda yer verilmezken yeni TCK'da bunların özel hükümler içerisinde düzenlendiğini görürüz. Görünüşte ihmali suçların kendine özgü bazı yönleri vardır. İhmali davranışın kuramsal olarak açıklanması, teminat yükümlülüğü (garantörlük) kavramının ne olduğunun açıklanması, kaynaklarının ne olduğunun izahı ve ihmali davranışın icrai davranışa denk olması meselesi bunlar arasındadır. Tabiplik ve tababet, tarihin çok eski zamanlarından beri bilinen bir meslek ve uygulama alanıdır. İlerleyen süreç zarfında paternalist tabiplik anlayışı yerini daha eşitlikçi bir ilişkiye bırakmıştır. Kişi özerkliği ve bireyin kendi geleceğini belirleme hakkı kavramlarının yasalarda daha güçlü biçimde vurgulanması bu değişimde rol oynayan mühim faktörlerden biridir. Tıbbi müdahalenin kötü uygulanmasından kaynaklanan zararlı neticeler bakımından sorumluluğun varlığı eski zamanlardan beri söz konusudur. Tabiplerin suç teşkil eden eylemleri gerek Türk Ceza Kanunu gerekse cezai hükümler içeren diğer kanunlar vasıtasıyla tecziye edilebilir. Hukuk kuralları, umumiyetle, kişilere "belirli şekilde davranmama" yükümlülüğü getirir. Bu doğrultuda, "Bir kişiyi öldürmek veya yaralamak", "rızası olmaksızın başka birinin malını almak", "eziyet etmek", "çocuğa cinsel istismarda bulunmak" gibi davranışları yasaklar. Böylesi davranış kurallarına; "yasaklayıcı davranış kuralları" adı verilir. Yasaklayıcı davranış kurallarının ihlal edilmesi durumunda "icrai suçlar" ortaya çıkar. Modern toplumlarda kişilere "belirli şekilde davranma yükümlülüğü" getiren davranış kuralları da vardır ki bunlar "emredici davranış kuralları" olarak adlandırılır. Kişilere "belirli şekilde davranış yükümlülüğü" getiren emredici normların oluşturduğu fiillere ceza hukuku kuramında "ihmali suçlar" denilmektedir. Tez çalışmamızın sınırlarını esas itibariyle tabiplik mesleği dahilinde işlenebilecek belli başlı gerçek ve ihmali suçlar oluşturmaktadır. İlkin ihmali suçlar kuramsal yönleriyle geniş biçimde ele alınmış, tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu koşulları, ülkemizde tababet alanını düzenleyen başlıca mevzuat, savunmacı tıp uygulamaları üzerinde geniş olarak durulmuştur. Tabibin işleyebileceği gerçek ve ihmali suçlar ayrı ayrı başlıklar halinde incelenmiştir. Ötanazi ve bilhassa pasif ötanazi uygulamasının ceza hukuku bakımından yeri, önemi ele alınmış, ihmali suçlar bakımından konu ayrıntılı şekilde değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tabip, Ceza hukuku, Sorumluluk, İhmali suç, Savunmacı tıp, ÖtanaziDoctoral Thesis Kurum girişimciliğinin işletmelerin finansal sonuçlarına etkisi: BİST imalat sektörü örneği(2023) Erman, HalilÖrgütler kâr amacı güderek faaliyetlerine devam ederken kendilerini çevreleyen ortamlarda ve pek çok belirsizlik içinde rekabet avantajı yakalamaya çalışırlar. Bu çabaların belirli bir performans hedefine yönelik olarak gerçekleşmesini sağlayacak olgulardan biri olan kurum girişimciliği, en az kırk yıldır, fırsatların belirlenerek değerlendirilmesi sonucu sürdürülebilir bir rekabet avantajı oluşturulması, yeni fikirler, iş modelleri ve büyüme beklentileri yaratma ile işletmenin verimliliğini, büyümesini geliştirmek için çok önemli bir araç olarak literatürde geniş bir şekilde incelenmektedir. Tıpkı bireysel girişimciliğin ekonominin lokomotifi olarak kabul edilmesi gibi kurum girişimciliği de örgütlere pek çok yönden fayda sağlayacağı düşüncesi ile teorik ve deneysel araştırmaların neticesinde tavsiye edilmektedir. Ancak bu araştırmaların pek azı kurum girişimciliğinin finansal sonuçlara olan etkisini nesnel bir şekilde değerlendirmiştir. Bu çerçevede bu çalışmada BİST'te listelenen 192 imalat işletmesinden kurum girişimcisi olarak değerlendirilenlerin bu faaliyetlerinin finansal sonuçlarına olan etkisi ile kurum girişimcisi olmayanlar ile finansal sonuç farklılıkları, 2011-2020 yıllarını kapsayan dönemde boylamsal bir desende incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre kurum girişimcisi işletmelerin finansal performansları, olmayanlar ile olumlu yönde ve anlamlı olarak farklıdır. Bu sonuçlara göre kurum girişimcisi işletmelerin öz kaynak kârlılıkları üç, beş ve dokuz yıllık dönemlerde kurum girişimcisi olmayanlara göre daha yüksektir. Ancak Ar-Ge harcamaları yapan işletmeler ile yapmayanların öz kaynak kârlılıkları ortalamaları arasında kısa, orta ve uzun dönemde anlamlı bir farklılık tespit edilememiştir. Diğer taraftan, kurum girişimciliğinin işletmelerin öz kaynak kârlılığı üzerinde olumlu ve anlamlı etkisi bulunmasına rağmen bu ilişkide işletmenin teknoloji seviyesinin anlamlı bir rolünün olmadığı ortaya çıkmıştır.Doctoral Thesis Marka hukukunda önceki tarihli hakların etkisi (Smk m. 155)(2022) Koşer, NihalÇatışan sınai mülkiyet haklarının varlığında, 556 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname dönemi uygulaması, tescilli hakka dayanan kullanımın tecavüz teşkil etmeyeceğini kabul etmekteydi. Diğer bir ifadeyle tescil hukuka uygunluk nedeni sayılmaktaydı. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte bu kabul terk edilmiştir. Mehaz AB düzenlemeleri ve uygulaması dikkate alınarak, Türk hukukunda da tescilin varlığının tecavüz davalarındaki etkisini açıkça düzenleyen bir hükme; Kanun'un 155. maddesinde yer verilmiştir. Tecavüz davalarının kapsamı, etkisi, sonuçları gibi birden fazla konuda büyük farklar yaratacak bu değişikliğin tüm yönleriyle değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda SMK m. 155'in uygulama kapsamı ve koşulları inceleme konusu yapılarak, anılan hükmün ortaya çıkan uyuşmazlıkların hangilerine, ne ölçüde bir çözüm getirdiğinin tespiti ve kanun boşluklarının saptanması gerekmektedir. Çalışma marka hukukunda önceki tarihli hakların etkisini incelemeyi amaçlamakta olup, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; ulusal ve uluslararası düzenlemeler çerçevesinde marka hukukunda hakkın doğumu ve öncelik ilkesi incelenmiştir. İkinci bölüm çatışan marka haklarına ayrılmıştır. Bu kapsamda önceki tescil tarihli marka hakkına sonraki tescil tarihli marka tarafından tecavüz edilmesi tüm yönleriyle değerlendirilmiştir. Üçüncü ve son bölümünde ise marka hakkının diğer sınai mülkiyet haklarıyla çatışması ele alınmıştır. Bu doğrultuda sırasıyla markanın; ticaret unvanı, işletme adı, coğrafi işaret, tasarım ve alan adı ile çatıştığı haller inceleme konusu yapılmıştır.Master Thesis Marka mirası sahipliği ve algısı: Türk gıda sektöründe bir uygulama(2021) Doğruöz Özer, HilalMarka mirası, marka araştırmalarında gelecekteki önceliklerden biri olarak kabul edilmektedir. Gıda sektörüne odaklanan bu araştırmada, işletme ve tüketici bakış açısını ortaya koymak üzere iki yönlü çalışma yürütülmüştür. Marka mirasını yönetmede işletmelerin izlemiş oldukları ortak stratejileri ortaya koymanın amaçlandığı nitel kısımda durum çalışması kullanılmıştır. Marka mirasına sahip 12 işletmenin temsilcisi ile derinlemesine görüşmeler yapılarak marka mirasını oluşturma ve sürdürülebilirliğini sağlama stratejileri ortaya konulmuştur. Görüşme soruları, literatürde Mats Urde'nin marka mirası konusunda ortaya koyduğu beş temel bileşenden yararlanarak hazırlanmıştır. Veriler, içerik analizi ile MAXQDA 2018 programı kullanarak çözümlenmiştir. Marka mirasına sahip firmaların en çok önem verdiği unsurlar; etik değerler, algılanan kalite, marka imajı, marka isim stratejisi, AR-GE stratejisi/teknoloji stratejisi, marka isim stratejisi ve teknolojisi stratejisi olarak belirlenmiştir. Tüketicilerin marka tutumu, marka güveni, marka farkındalığı ve satın alma niyeti üzerinde ki marka mirasının etkisi ise nicel yönteme dayalı genel tarama modeli (betimsel) kullanılarak araştırılmıştır. Kolayda örnekleme yöntemi kullanılmış ve çevrimiçi anket uygulaması yürütülmüştür. 720 kişiden elde edilen veriler SPSS 25.0 istatistik programı kullanılarak regresyon analizi ile çözümlenmiştir. Analiz sonucunda marka mirasının marka farkındalığı, marka güveni, satın alma niyeti ve marka tutumunu olumlu şekilde etkilediği tespit edilmiştir. Ayrıca gıda sektöründe marka mirası tutumunun yaş gruplarına göre değiştiği; cinsiyet ve eğitim durumuna göre değişmediği bulgular arasında yer almaktadır. Çalışmamızın kısıtı gıda sektörünün belirli alanlarını kapsıyor olmasıdır. Marka mirası kavramı özellikle ülkemiz litereatüründe yeni çalışılmaya başlanmış bir kavramdır. Yapılan çalışmalar incelendiğinde marka mirası alanında, hem tüketici hem işletme odaklı çok az çalışma yapıldığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, gerçekleştirdiğimiz çalışmanın ülkemiz ve dünya literatürüne önemli katkılar sunacağı değerlendirilmektedir.Doctoral Thesis Markanın hükümsüzlüğü ve iptali(2017) Bahadır, ZeynepBu çalışma, 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu kapsamında markanın hükümsüzlüğü ve iptali hakkında yapılan bir incelemedir. Tezde, markanın hükümsüzlüğüne ve iptaline sebep olan haller tartışılmıştır. Bu çalışmada, hükümsüzlük ve iptal hallerinin varlığı halinde başvurulacak yollar üzerinde durulmuştur. Tezde markanın hükümsüzlüğünün ve iptalinin etkisi üzerinde özellikle durulmuştur. Hükümsüzlük ve iptal taleplerinin dayanağı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu sayede çalışmada hükümsüzlüğün ve iptalin etkisi, farklı bir boyuttan da tartışılmıştır. Tüm bu tartışmalar yapılırken uygulamada ortaya çıkabilecek durumlar üzerinde de durulmuştur. Ayrıca, çalışmanın bir bütünlük içinde sonuçlandırılabilmesi için marka hakkını sona erdiren diğer sebeplere de kısaca değinilmeye çalışılmıştır.Doctoral Thesis Medenî usûl hukukunda aslî müdahale(Çankaya Üniversitesi, 2018) Mazlum, İsmetGörülmekte olan yargılamanın tarafı dışındaki üçüncü kişinin, yargılamaya müdahalesi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu içinde bazı kurumlar sayesinde mümkün olabilmektedir. Aslî müdahale kurumu, bunlardan biri olarak yargılama hukukunda yer alır. 2011 yılında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile aslî müdahale kurumu, ilk kez başlı başına bir kanun hükmünde düzenlenmiştir (HMK m. 65). Kurumun başlı başına bir kanun hükmü ile düzenlenmiş olması, kanun koyucunun aslî müdahaleye verdiği önemi göstermektedir. Aslî müdahale kurumunun esasını oluşturan aslî müdahale davası, üçüncü kişi tarafından, görülmekte olan yargılamanın taraflarına karşı açılan ayrı bir davadır. Aslî müdahale davası, görülmekte olan yargılamadan ayrı bir dava olarak açılmış bulunsa da, aslî müdahale davasının ve görülmekte olan yargılamanın konusunu oluşturan hak veya şey, görülmekte olan yargılamanın konusu ile aynıdır. Bir başka ifadeyle, üçüncü kişi, bir dava açmak suretiyle, görülmekte olan yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde bir hak iddiasında bulunmaktadır. İşte, üçüncü kişi, aslî müdahale kurumu sayesinde, tarafı olmadığı bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde, bir hak iddiasında bulunabilme imkânı kazanmaktadır.Doctoral Thesis Moulding and remoulding of the individual in the eighteenth-and nineteenth-century myths of western civilization: Robinson Crusoe, Frankenstein, and Dracula(2019) Abdullah, Shamıl TahaBu tez 18. ve 19. yüzyıllarda yazılmış ve batı medeniyetinin başyapıtları olarak adlandırabileceğimiz mitoslarda bireyin oluşumunu inceleyen bir çalışmadır. Robinson Crusoe (1719), Frankenstein (1818) ve Dracula (1897) eserleri bireyin tarihi süreç içinde uğradığı metamorfozu gösterir birer edebi-tarihi metin olarak ele alınmış ve bireyin bütüncül yapıyla olan ilişkisi bu eserler üzerinden sorgulanmıştır. Bu üç eser Ian Watt'ın Rönesans mitosları olarak tanımladığı Faust, Don Quixote ve Don Juan efsanelerinin kronolojik olarak devamıdır aslında. Bu güncellenmiş mitosların ortak noktalarına bakacak olursak; her üç hikaye de bireyi öncelemekte ve bireyin kendine has doğasının ve tecrübelerinin edebiyatın konusu olacak ölçüde değerli olduğunu ifade etmektedir. Ian Watt, Rönesans döneminin bireyselliğini tanımlıyorken, bu tez Ian Watt'tan yola çıkarak batı kültüründe bireyselliğin kapsamını 18. ve 19. yüzyılları içerecek şekilde genişletmektedir. Tezde kullanılan analiz yöntemine gelince; tez, kuramsal anlamda söz konusu eserlerin klasik mitoslara benzerliğinden yola çıkmakta ve bu eserlerin insan doğasının mitos oluşturma becerisinin bir sonucu olduğunu iddia ederek başlamaktadır. Dolayısıyla, çalışmada bu anlatıların bireysel ve kolektif arketipler bağlamında ortaya çıkan yansımalarının bilgilendirici ve aydınlatıcı olduğu savunulmakta; açığa çıkamayan ama varlığı bilinen kültürel gerilim ve kaygılar hakkında bilgi verilmektedir. Çalışma, üç romanda yer alan bireyleri ve kolektif yapıları kendi tarihsel atmosferleri içerisinde, yani; aristokrat sınıfın etkisinin azalması, orta sınıf erklerin yükselişe geçmesi, sıradan insanın ortaya çıkışı gibi olguları kapitalist sanayi devrimi içerisinde konumlandırır. Üç ayrı bölümde, her bir roman bir diğerinden bağımsız olarak, felsefi doktrinler çerçevesinde bireyi ve onun diğer bireylerle ve kolektif yapılarla olan ilişkisi incelenmektedir. Her bir romanda birey ve toplum sırasıyla Durkheim, Hegel, Marx ve Nietzsche'nin bakış açılarından incelenmiştir. Üç romanda da karakterleri ve kültürel olguları açıklamak için ikincil teorilere atıfta bulunulmaktadır. Bu çalışma, tıpkı Rönesans gibi, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların kültürlerinin bireyselliği cezalandırdığını ortaya koymakta, ancak bazı farklılıklar olduğunu da dile getirmektedir. 18. yüzyılın başlarındaki dünya görüşü, ekonomik özgürlüğü için yola çıkan Robinson Crusoe'yu ödüllendirirken, 19. yüzyıl dünya görüşü ise Frankenstein ve Dracula karakterlerinin bireyselliğini ve onların temsil ettikleri dünya görüşünü ve kendi kendine yeterlilik anlayışını kabul etmemektedir. Ian Watt, Rönesans karşıtlığını Reform karşıtlığına bağlarken, çalışmada üç romanın da Reform sonrası dönemde bireye yönelik artan düşmanlığın kültürel ve sosyal kaygılardan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Birey baskı altındadır, çünkü ayak takımının iktidarında toplumlar sıradanlığın ahlakını kucaklar; Frankenstein ve Dracula'nın temsil ettikleri üst insan olma çabalarına ve soyluluk algısına ya da bunların kalıntılarına saldırır. Rönesans döneminin bireysellik hikayeleri gibi, Robinson Crusoe, Frankenstein ve Dracula da bireyciliği konu edinmekte; Batı kültürünün efsaneleri olan bu eserler kurgusal söylemlerini mitos sınırlarının içinde tutmaktadır.Doctoral Thesis Pazar odaklılığın firma performansına etkisinde cezbedici pazarlamanın moderatör rolü: Ankara'da faaliyet gösteren startuplar üzerine bir uygulama(Çankaya Üniversitesi, 2018) Şahin, BegümStartupların başarısızlık nedenleri sıralamasında ürün-pazar uyumunun gerçekleşmemesi başta gelmektedir. Pazar bilgisine sahip olmayan veya edindiği pazar bilgisini irdelemeyen startupların yaşamı kısa zamanda son bulmaktadır. Pazar odaklı yaklaşım göstererek firma performansını yükselten startuplar ise büyüme sürecine geçmektedir. Öte yandan dijital pazarlamanın gelmiş olduğu son nokta cezbedici pazarlama yaklaşımı olup, cezbedici pazarlama teknikleri kuruluş aşamasında kısıtlı bütçeye sahip startuplar için bir fırsattır. Startupların teknolojiyle uyumlu yapıları cezbedici pazarlama taktiklerini yoğun bir şekilde kullanarak doğru pazarlama stratejisi yakalama ihtimalini yükseltmektedir. Çalışmada Ankara'da faaliyet gösteren 141 startupın pazar odaklılık yaklaşımının firma performansına etkisi incelenmiş, bu ilişkiye cezbedici pazarlamanın katkısı sorgulanmıştır. Pazar odaklılık yaklaşımı duyarlı pazar odaklılık ve proaktif pazar odaklılık boyutları üzerinden, firma performansı ise finansal performans, pazar performansı ve yenilik performansı boyutları üzerinden incelenmiştir. Araştırma sonucunda pazar odaklılığın firma performansı üzerinde pozitif yönlü etkisi gözlemlenmiş olup, pazar odaklılık alt boyutlarından duyarlı pazar odaklılığın firma performansının tüm alt boyutları üzerinde pozitif yönlü etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Proaktif pazar odaklılığın sadece yenilik performansı üzerinde pozitif yönlü etkisi söz konusudur. Cezbedici pazarlamanın ise pazar odaklılık ve firma performansı ilişkisinde moderatör rolü gözlemlenmemiştir. Günümüzde startuplar ile ilgili akademik çalışmaların çoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ülkelerde gerçekleşmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde araştırma sayısı oldukça azdır. Çalışmanın Türk startuplarının bir kesitini yansıtan ilk araştırma olması hedeflenmiştir. Aynı zamanda literatüre katkı sağlayarak gelecek çalışmalar için öncülük etmesi ve ekosistem içerisinde yer alan tüm paydaşlara fayda sağlaması amaçlanmıştır.Doctoral Thesis Reading performativity, gender and the fragmentation of narrative voice in Mina Loy's texts and artworks(2019) Karabulut, TuğbaFeminist ve modernist yazar ve sanatçı kimliği ile yirminci yüzyılın başında Mina Loy'un yapıtları, Fütürist yazarlar başta olmak üzere diğer modernistlerin yapıtlarına kıyasla, alışılmadık bir yaklaşım içermesi ve feminizme farklı bir bakış açısı getirmesi nedeniyle dikkat çeker. Loy'un yapıtlarındaki çoklu ve değişken anlatıcılar ve kendine özgü parçalanmış biçemi de okuru zorlar. Bu çalışma, Loy'un yazınsal ve görsel yapıtlarında yer alan karmaşık izlekleri ve tartışmaları yapısal, göstergebilim ve metinlerarasılık açılarından ele alarak bir anlatı oluşturmayı amaçlar. Bu çalışma, Loy'un seçilmiş şiir ve düzyazıları ("Lions' Jaws" [1919], "Feminist Manifesto" [1914], "Aphorisms on Futurism" [1914], and "Parturition" [1914]) ve bazı sanat yapıtları (Househunting [1950], Christ on a Clothesline [1955-59], Ansikten [ca. 1910s] ve Surreal Scene [1930]) üzerine odaklanır; bu yapıtlar hem yazarın hem de onun çağdaşlarının, içerik ve görsel olarak benzerlik gösterdiği diğer yapıtlarla metinlerarası ilişkileri açısından incelenir. Tezde, Loy'un yapıtları yazarlık, feminizm ve modernizm çerçevelerinde tartışılarak, yazarın kişiliği ve yaşam deneyimleri ilgili otobiyografik bağlam, metinlerarasılığın kurgusal unsurları olarak değerlendirilir. Bu çalışma, Marinetti, Bréton, de Chirico ve Berger'in modern sanat kuramlarını, özellikle performatiflik ve annelik başta olmak üzere Butler, Kristeva ve Ettinger'in toplumsal cinsiyet kuramlarını, Barthes ve Foucault'nın yazarlık kuramlarını, Riffaterre'in metinlerarasılık ve Saussure ve Peirce'in de yapısalcılık ve göstergebilim kuramlarını dolaylı bir çerçevede ele alarak incelemeler yapar. Loy'un yapıtları yalnızca farklı cinsiyet rolleri arasında değil, aynı zamanda Fütürizm ve Modernizm kavramları arasında da değişimler gösterir; bu değişimler ve dönüşümler, yazarın sözcük ve imgeler aracılığıyla ifade ettiği parçalanmışlık kavramı, imla bölünmeleri ve karmaşık dizilimler yoluyla, yazınsal ve sanatsal türe göre, şiir, aforizma, manifesto, asamblaj ve modernist ve sürrealist sanat eserleri olarak ve biçimsel şekilde ortaya konur. Loy'un yapıtları erken modernist dönemin tüm avangart hareketleri ve türleri ile ilişkilidir ve zihinsel ve bedensel kadın temsilleri, içeriğin yanı sıra, biçem ve türde de görülür. Loy'un yazınsal ve görsel yapıtlarının göstergebilim açısından yapılan yakın çözümlemeleri, onların birbirleriyle ve çağdaşlarının diğer yapıtlarıyla metinlerarası ilişkilerini ortaya çıkarır ve bu bağlantıları kullanarak, bu çalışma, simgelerin ardına gizlenmiş değişken anlatıcıların yaratılmasına ve değişimlerine yoğunlaşır. Aynı zamanda tez, metinlerdeki anlatıcıların performatif toplumsal cinsiyet ve basmakalıp cinsiyet rolleri dışında (örneğin çift cinsiyetli olmanın) nasıl kurgulandığını ve Loy'un anlatıcılarının bedensel ve zihinsel kimliklerine nasıl şekil verdiğini de araştırır. Bu anlatıcılar, tartışmalı kişilikler, isimlerdeki sözcük oyunları ve kendine özgü imgeler yoluyla, farklı kimliklere bölünerek, basmakalıp kadın rollerini ve kadınların toplum kurallarına rıza göstermesini alaycı bir dille eleştirir. Ayrıca anlatıcılar, kültür ve toplumun, bedensel, zihinsel, düşünsel ve sanatsal gelişimi için yeni bir fütürizm ve daha kapsamlı ve evrimsel bir feminizm tanımlayarak, Fütürizm'in temsil ettiği erkek hegemonyasını sorgular ve devirmeye çalışır. Loy'un "Lions' Jaws" adlı yapıtında, görsel ve yazınsal imgeler, kendi tarihi, yapısal, metinlerarası ve performatif bağlamlarında incelenir ve anlatıcılar ve onların Fütürizm ve Feminizm ile olan karmaşık ilişkileri, kişi adlarıyla yapılan oyunlar ve parçalanmış karakterler yoluyla ele alınır. "Feminist Manifesto" ise, Loy'un Househunting ve Christ on a Clothesline adlı sanat yapıtlarıyla kurduğu göstergebilimsel ilişki çerçevesinde ele alınır ve görsel ve yazınsal anlatıcıların erkek egemenliğini sorgulamasına ve çağdaş feminizm hareketini eleştirmesine yoğunlaşır. Househunting, görsel anlatıcının, kadınların basmakalıp ev kadınlığı rolleri ve onların toplum kurallarına rıza göstermesini, zihinsel temsil yoluyla nasıl altüst ettiğini ortaya çıkarırken, Christ on a Clothesline, Hristiyanlığı sorgulayarak, erkek egemenliğinin çöküşünü bedensel temsil yoluyla betimler. Loy'un, parçalardan oluşan "Aphorisms on Futurism" adlı yapıtı, aforizmalar arasındaki göstergebilimsel bağlantıları ele alarak, anlatıcının hem kendisi hem de ima edilen okuyucularıyla olan diyaloğunu vurgular. Aforizmalar, Fütürizm ve Modernizm arasında yön değiştirerek, geçmişe ait sanat türlerini yok edip yeni türleri oluşturma ve böylelikle bilinç özgürlüğüne ulaşmayı ele alır. Aforizma analizlerinde ele alınan tartışmalar, Loy'un "Parturition" adlı yapıtının ayrıntılı performatif incelemesi ile geliştirilir. Bu yapıtta, doğum eylemi, fiziksel doğum, sanatsal yaratı ve şiirsel yapıtın ortaya çıkarılması olarak üç şekilde anlatılır. Bu temsillerde, anlatıcı çoklu kimliklere bölünür: sosyal olarak kadını eve hapseden düşünceye ve kadının sınıflandırılmasına karşı gelen feminist-fütürist bir anne, geleneksel sanat formlarını altüst eden bir sanatçı ve alışılagelmiş dilsel formları yıkan yaratıcı bir şair. Bu bölünmüş kimlikler, çeşitli değişimlere uğrar ve yeni türler oluşturmak için sonunda bir araya gelerek zihinsel ve bedensel bir farkındalığa ulaşırlar. Bu tez, Loy'un Surreal Scene adlı tablosundaki simgelerin, göstergebilimsel bağlantılarını araştırarak son bulur. Yapılan tüm incelemeler görsel ve yazınsal anlatıcıların, Loy'un başka yapıtlarıyla ve aynı zamanda Loy'un çağdaşlarının yapıtlarıyla bağlantılarını ortaya koyar ve böylece, Loy'un sanatsal betimlemelerini geliştirmeye yönelik ilk adımı atmış olur. Bu çalışma, Mina Loy'un yapıtlarının yapısal, göstergebilimsel ve metinlerarası bağlamda incelenmesi yoluyla, biyografik-tarihsel-psikolojik eleştiri akımlarına karşı, yazarlık ve okurluk kavramlarını sorgulayarak yeni bir okuma edimi sunar. Anlatıcıların evrimsel ve aynı zamanda çoksesli doğasına yoğunlaşarak hem Mina Loy'un hem de diğer modernist ve feminist sanatçı ve yazarların çalışmaları için, metinlerarası bağlamda çeşitli çıkış noktaları sunar.Doctoral Thesis Sigorta hukukunda zenginleşme yasağı(2020) Köroğlu Ölmez, BelinSigorta hukukuna hâkim olan temel ilkelerden biri olan zenginleşme yasağı ilkesi; Türk Ticaret Kanunu'nun 1459 vd.ndaki maddelerinde, "Tazminat İlkesi" genel başlığı altında düzenlenmiştir. Zenginleşme yasağı ilkesi ile sigortalının; uğradığı gerçek zararından fazlası karşılanarak, sigortanın haksız kazanç elde etme aracı olarak kullanılması önlenir. Kural olarak zarar sigortalarında geçerli olan zenginleşme yasağı ilkesi ile sigorta bedelinin sigorta değerini aşmaması da amaçlanır. Türk Ticaret Kanunu'nun, zenginleşme yasağı ilkesinin uygulanmasına dair esasların öngörülmesi amacıyla sevk olunan 1462 vd.ndaki maddelerinde; eksik sigorta, aşkın sigorta ve birden çok sigorta halleri düzenlenmiştir. Takseli sigorta, kazanç sigortası, yeni değer sigortası gibi; zenginleşme yasağı ilkesinin katı olarak uygulanmasından vazgeçildiği özel sigorta türleri de mevcuttur. Sigorta ettiren tarafından; zararın önlenmesi, azaltılması, artmasına engel olunması veya sigortacının üçüncü kişilere olan rücu haklarının korunabilmesi için yapılan makul giderlere ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile hakkında ilk kez kanunî düzenleme yapılan grup mal sigortalarına ilişkin hükümlerin de bu ilke kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Sigortadan faydalanan kimsenin, aynı zarar için birden fazla tazminat almasının ve bu suretle haksız zenginleşmesinin önüne geçmeyi amaçlayan halefiyet ilkesi de sigorta hukukuna hâkim olan bir diğer ilke olup zenginleşme yasağı ilkesinin tamamlayıcısı ve sonucu niteliğindedir. Anahtar Kelimeler: Zenginleşme Yasağı İlkesi, Aşkın Sigorta Yasağı, Kazanç Sigortası, Yeni Değer Sigortası, Halefiyet İlkesiDoctoral Thesis Sınırötesi anayasalcılık bağlamında anayasaya aykırı anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi (Türkiye çözümlemesi)(2022) Doğru, CerenDemokratik hukuk devletinde anayasa yargısının amacı, anayasanın üstünlüğünü sağlamak ve korumaktır. Anayasa Mahkemelerinin anayasayı koruma amacı kapsamında yaptıkları kanunların ve anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğu denetiminin sınırları ve geliştirdikleri içtihatlar literatürde sıkça değerlendirilmekte ve sorunları ortaya konulmaktadır. Bu çalışmanın kapsamında, anayasaya aykırı anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi ve bu yargısal denetim çerçevesinde karşılaşılan sorunları sınırötesi anayasalcılık yaklaşımıyla ele alınmaktadır. Çalışmanın amacı, anayasaya aykırı anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi kapsamında anayasal düzeni ve bireyin temel hak ve özgürlüklerini teminat altına alabilmek amacıyla, Anayasa Mahkemelerinin sınırötesi anayasalcılık ve onun bileşenleri ile insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde kendi işlevini yerine nasıl getirebileceğinin ortaya konulmasıdır. Bu amaçla, çalışmada 1961 ve 1982 Anayasa dönemlerinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğuna yönelik yaptığı denetimler sonrası aldığı kararlar ve oluşturduğu doktrin detaylı olarak incelenmektedir. Bu çerçevede çalışmada, Anayasa Mahkemesi'nin anayasal işlevi gereği siyasi ideolojilerden uzak ve insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti bağlamında evrensel standartlar ile uyumlu içtihat geliştirmek suretiyle, anayasa değişikliklerinin denetiminde, elbette yerel dinamikleri dikkate alarak, çağdaş demokrasilerde anayasa yargının sınırötesi yargı diyaloğu veya uluslararası belgelerde anlaştığı ortak değerler üzerinden kabul ettiği içtihatlar ile uyumlu bir tutum sergilemesi ve zaman zaman oluşturduğu aktivist tutumunu hak temelli yaklaşım çerçevesinde değerlendirmesi önerilmektedir.Doctoral Thesis Sosyal kimliğin marka değeri yaratmadaki rolü: Fenerbahçe ve Panathinaikos taraftar grupları karşılaştırması / The role of social identity in creating brand value: A comparison of Fenerbahçe and Panathinaikos fan groups(2023) Avcı, Mustafa SerhatGünümüzde, sporun bireyler için bu denli önemli bir hale geldiği noktada, bireylerde takımlar için son derece önemli bir hale gelmeye başlamışlardır. Kulüplerin, oluşturmaya çalıştıkları marka değerinin en önemli unsurlarından biri taraftarlardır. Taraftarlar, özellikle takım sporlarının, olmazsa olmazı haline gelmişlerdir. Bu noktada taraftar gruplarının takımları için oluşturdukları katma değer, sadece verdikleri destek ve oluşturdukları atmosferle sınırlı kalmamaya başlamıştır. Taraftarların, bir araya geldiklerinde oluşturdukları takım kültürü, sosyal kimliklerinin yansımasıdır. Sosyal kimlik, bireylerin kendilerini üyesi oldukları topluluğun özellikleriyle tanımlamasıdır. Bireyler, üyesi oldukları taraftar gruplarının gösterdikleri pozitif özellikleri, kendilerini toplum içerisinde ifade etmek için kullanırlar. Günümüzde birçok taraftar grubu, sergiledikleri performanslarla, takımları kadar bilinirlik kazanmışlardır. Öyle ki bu taraftar grupları, sosyal kimlikleri üzerinden, takım sporcularına ve yöneticilerine de baskın özelliklerini benimsemelerini ve saha içi-saha dışı her yerde göstermelerini beklemektedirler. Taraftarların, sadece takımlar için değil seyirciler içinde ne kadar önemli olduklarını Covid19 süreci boyunca taraftarsız oynanan maçlarda görülmüştür. Bu süreçte kulüplerin müsabakaları TV veya internet ortamında taraftarları ile buluşturma çabaları umulduğu gibi sonuçlar vermedi. Kulüplerin yaratmış oldukları marka değerleri, markalarını en iyi şekilde temsil eden ve destekleyen taraftar grupları ile yükselişe geçebilir. Bu çalışmada Fenerbahçe ve Panathinaikos basketbol taraftar gruplarının, sosyal kimliklerinin takımlarının marka değerlerine olan etkisini ölçmek amaçlanmıştır. Bu nedenle her iki kulüpten de 250'şer olmak üzere toplamda 500 taraftara anket çalışması uygulanmıştır. Ankette, Watkins (2014)'in daha önce yapılmış olan çalışmalarda kullanılan ölçekleri harmanlayarak ortaya çıkarmış olduğu ölçek kullanılmıştır. Ölçek temelde SIBE modelinden yola çıkarak oluşturulmuştur. Anket sonucunda elde edilen veriler IBM SPPS 25.0 paket programına aktarılmış, tasnif ve analiz edilmiştir. Araştırmanın hipotezlerinde regresyon analizi kullanılmıştır. Analizler sonucunda, taraftarların sosyal kimliklerinin marka değeri yaratmada önemli bir rolü olduğu ortaya çıkmıştır. Taraftarların, tribünlerde veya TV karşısında yerlerini almaları ve takımlarına destek vermeleri, kulüplerin görünürlülüğünü ve bilinirliğini olumlu yönde etkilemektedir. Covid 19 salgın dönemi bu durumu açıklamak için en önemli örneklerden biridir. Bu dönemde spor kulüpleri, gelirlerinde çok büyük düşüşler yaşamışlardır ve taraftarsız oynana müsabakalar her ne kadar ek çalışmalarla ilgi odağı haline getirilmeye çalışılsada başarılı olunamamıştır. Taraftarlar, spor müsabakalarının en önemli ve ayrılmaz parçasıdır.Doctoral Thesis Teknoloji transfer sözleşmeleri ve Rekabet Hukuku uygulamaları(2020) Doğan, GülmelahatKüreselleşen dünyada teknoloji, toplumların gelişmişlik ve refah seviyelerinin tespitinde belirleyici etkenlerden birini oluşturmaktadır. Teknoloji transferi ise geliştirilen teknolojinin ticari ürün veya sürece dönüştürülmesi, bilgi ve tecrübenin diğer tarafa geçirilmesi olarak tanımlanabilmektedir. Bu çerçevede teknolojinin açık, anlaşılır şekilde aktarılmasının yanı sıra buna ilişkin hukuki düzenlemelerin ayrı önem arzettiği lisans sözleşmesi niteliğine haiz teknoloji transfer sözleşmeleri, ekonomik ilerlemenin sağlanması ve hukuki uygulama şekli açısından önem arzetmektedir. Fikri mülkiyet haklarını konu alan teknoloji transfer sözleşmeleri gayri maddi bir hakkın veya know-how'ın kullanma yetkisinin belirli bir süreliğine, bir bedel karşılığında lisans alana verildiği sözleşmelerdir. Türk Hukukunda "teknoloji transfer anlaşması" ifadesine kavram olarak yer verilerek, tanımının yapıldığı tek mevzuat olan 2008/2 sayılı Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği'nde teknoloji transfer sözleşmesi, marka hariç sınai mülkiyet hakları, yazılım ve know-how'nın birlikte ya da birbirinden bağımsız olarak lisansının verildiği anlaşmalar olarak ifade edilmektedir. Bu nedenle sınai mülkiyet hakları arasında transfer sözleşmesine en fazla konu olan patent lisans sözleşmeleri, yazılım lisans sözleşmeleri ve know-how sözleşmeleri hukuki incelemesi tezde ayrıntılı olarak yapılmıştır. Fikri ve sınai mülkiyet haklarının herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklar olması sebebiyle doğurdukları tekelci etkinin rekabeti ihlal etmemesi adına buna ilişkin sözleşme ve eylemlerin Rekabet Hukukuna ilişkin düzenlemeler kapsamında kontrolü gerekmektedir. Lisans sözleşlerine ilişkin rekabet kuralları Avrupa Birliği'nin ilgili müktesabadı ile uyumlu olarak 2008/2 sayılı Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği'nde ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4 ve 5 inci Maddelerinin Teknoloji Transferi Anlaşmalarına Uygulanmasına dair Kılavuz'da düzenlenmiştir. Tez kapsamında teknoloji transfer sözleşmelerinin sözleşmeler hukuku bağlamında hukuki değerlendirilmesinin yapılmasının yanı sıra, ilgili mevzuat ve Avrupa Birliği uygulamaları çerçevesinde teknoloji transfer sözleşmelerinin rekabet ihlali yarattığı haller, yararlanabileceği blok ve bireysel muafiyet koşulları ve bunun istisnaları Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'da 24.06.2020 tarihinde yapılan değişiklikler de dikkate alınarak ayrıntılı olarak incelenmiştir.Doctoral Thesis Transhumanism in brave new world, neuromancer, and her: The creation of illusionary freedom in society(2022) Kıycı, HaleBu çalışma, "transhümanizm"in bugünkü anlamıyla ne olduğunu ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya (1932), William Gibson'ın Neuromancer (1984) ve Spike Jonze'nin her (2013) eserlerinde transhümanist teknolojilerin nasıl ve neden kullanıldığını araştırır. Bu eserler, kendi kurgusal toplumlarını yaratmak için transhümanizmi kullanan bilimkurgu eserleri olarak incelenecektir. Michel Foucault'nun ceza kuramı, Antonio Gramsci'nin hegemonya kavramı ve Jean Baudrillard'ın simülasyon kuramı bu çalışmanın temel kuramsal çerçevesini oluşturacaktır. Donna Haraway'in siborg kavramı da, yaratılan toplumlarda cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri vurgulamak için kullanılacaktır. Yaratılan bu dünyalarda insanoğlunun, transhümanizm olarak ele alınabilecek ileri bilim ve teknoloji aracılığıyla nasıl örtük bir biçimde kontrol edildiği tartışılacaktır. Dolayısıyla transhümanizm, seçilen eserlerde gerçek anlamda bireyler veya toplum için özgürleştirici bir ortam sunmaz; bunun aksine, kısmi yarar sağlayarak kontrol mekanizmasını gizler.